Batı Şeria hatırlatıyor: Mesele sadece Gazze değil, mesele Filistin
Gazze'de geleceği belirsiz olan ateşkes henüz yeni imzalanmışken, ilerleyen dönemlerde hakim olacak havayı tahmin etmek zor değil. Gazze soykırımı, 2025’in sonuna gelirken insanlığın kara lekesi olarak tarihe geçti. Lakin bu anlaşma hayata geçse dahi “mesele” çözülmeyecektir zira Gazze kendine has, diğer meselelerden bağımsız ve benzersiz bir vaka değildir. Gazze’nin dört bir yanı kapalı bir açık hava hapishanesinden bugünkü “harabe şehre” dönüşümüne daha geniş bir çerçeveden bakmadan meselenin kaynağını anlamak ve herhangi bir çözüm üretebilmek mümkün değildir. O geniş çerçeve ise Filistin'dir.
Batı Şeria’da yaşam
İsrail’in zulmü 7 Ekim 2023’teki Aksa Tufanı'nın ardından başlamadı. İsrail'in zulmü 1948’den itibaren hız kazanan; bütün Filistin topraklarını kapsayan İsrail işgalinin ürünüdür. Dünyanın odağında olan Gazze, İstanbul’un Beykoz ilçesinden biraz daha büyük bir alanda 2 milyondan fazla insanı barındırmaktadır. Batı Şeria ise 15 kat daha büyük bir alanda (İstanbul büyüklüğünde) yaklaşık 3 milyon Filistinliyi barındırmaktadır ve yıllardır düşük yoğunluklu ama son derece etkili bir apartheid politikasının sahne olmaktadır.
Gazze’deki soykırımın ateşkes kapsamında durdurulması insani bir rahatlama sağlasa da İsrail’in Batı Şeria’daki işgali tüm hızıyla ilerliyor. 2023’ten bu yana devam eden soykırımı dünyanın pasif biçimde izlemesi, paradoksal şekilde Siyonistlerin diğer Filistin topraklarındaki işgal eylemlerini daha görünmez kıldı ve onlara fiilen dokunulmazlık kazandırdı.
Oslo Anlaşmaları uyarınca filizlenmekte olan Filistin özerkliği, teorik olarak Batı Şeria’nın yalnızca yüzde 18’ini (A Bölgesi) kontrol ediyor. Diğer yüzde 22’si (B Bölgesi) ortak Filistin-İsrail yönetiminde. Geri kalan yüzde 60 (C Bölgesi) ise tamamen İsrail'in kontrolünde. Aşağıdaki haritada görülebileceği üzere, bu durum hiçbir zaman uygulanabilir bir Filistin özyönetimine yol açamayacak, parçalı ve küçücük bir özerklik alanı doğurdu.
İyimser insanlar bu sınırlı özerkliğin, zamanla Batı Şeria’nın tamamını ve belki Gazze’yi kapsayacak bir sürecin ilk adımı olduğunu düşünüyordu ancak böyle olmadı. Bunun yerine, İsrail hem bu özerkliğin yetkilerini kısıtlamaya hem de yasa dışı yerleşimleri desteklemeye ve bunları birbirine bağlayan otoyol ağlarını (yalnızca İsraillilere açık olacak şekilde) kurmaya yöneldi. Klasik işgal uygulamaları süreç içerisinde olağan hale geldi ve günümüzde de devam ediyor. Kitlesel tutuklamalar, aylar süren yargısız idari gözaltılar, evlerin “geçici gözlem noktası” gerekçesiyle işgali, İsrail ordusunun koruduğu yerleşimciler tarafından zeytin ağaçlarının kesilmesi, kuyuların betonla doldurulması, hasatların engellenmesi, hayvanların öldürülmesi veya çalınması Batı Şeria'da artık sıkça karşılaşılan suçlar arasında.
Binlerce küçük kesikle ölüm
Bu tür faaliyetler uzun vadede hızlı, kitlesel bir katliamla aynı (belki de daha büyük) etkiyi yaratma gücüne sahiptir. Biliyoruz ki dünya kamuoyunun bakışı ve tepkisi zayıf kaldığında bir nüfusun silinmesi zamana yayılsa bile kolaylaşır. Gazze’deki dehşet, en apolitik kişileri bile sarsarken, Batı Şeria’daki sistematik etnik temizlik ve gettolaştırma, çoğu insanın haberinin dahi olmadığı “dünyanın olağan akışı” mozaiğinin önemsiz bir parçası gibidir. Soykırımın yanında diğer tüm suçların küçük ve önemsiz görünmesi bu sömürüyü derinleştirmektedir. İsrail’in Gazze’de inşa ettiği dehşet, Batı Şeria’daki planlı yerinden etme politikalarını fiilen aklamaktadır. Dahası, bu yüzlerce küçük ölçekli ihlal taktiği, İsrail çıkarlarına hizmet eden söylemin korunmasında da işe yarıyor. Zira, bu suç ağını olduğu gibi gösterebilmek için ordu, yerleşimciler ve onların kurduğu düşmanca mimari detaylı biçimde araştırmak gerekir. Böyle bir gayesi olmayanlar, İsrail’de olanları sıkı takip etmeyenler, bu olayların “izole ihlaller” olduğuna, Filistin yönetiminin hala işlevsel olduğuna ve Filistinlilerin “kurallara uydukları” takdirde gayet iyi bir yaşam sürebileceklerine kolayca inanabilir. Filistinlilerin aile üyeleri yerleşimciler tarafından öldürüldüğünde veya evleri “askeri bölge” ilan edilip yıkıldığında bile, işgalci rejim şikayetleri için “uygun kanalları” kullanmaları gerektiğini vurgulamaktan çekinmiyor.
Filistin'in geleceği ne olacak?
2025 Filistin manzarası bütünüyle yıkıcı ve İsrail tarafından bölünmüş iki toprak parçası durumunda. Bunlardan biri bir yıkıntı yığını, diğeri giderek küçülen, boğulan, kasıtlı olarak uzatılan bir yok ediliş içindeki Filistin kalıntılarından oluşan bir harabe şeklinde karşımızda duruyor. Artık öyle bir noktadayız ki Filistin dünya tarafından tanınsa dahi gerçek anlamda devletleşmesi imkansız hale getirilmek isteniyor. İsrail Gazze ve Filistin yönetiminden tamamen el çekse bile kuşatma sürdürecek, B ve C bölgelerinin kontrolünü elinde tutmakta ısrar edecektir. Bu nedenle, idari sistem açısından sürdürülebilirlikten ve bağımsızlıktan yoksun, cılız bir Filistin devleti ortaya çıkacaktır.
Bu gerçeklik yerine “barış anlaşması” söylemi yerleştiğinde, suçun üzeri örtülecek; resmi İsrail anlatısının sözcüleri, Filistinlilerin pes edip, “iyi niyetli” İsrail yönetimine teslim olmalarını memnuniyetle önereceklerdir. Zaten bir milyondan fazla Filistinli İsrail vatandaşıyken, geri kalanların da bu statüye katılması, “gelişim ve modernlik” olarak sunulacaktır. Ancak İsrail hükümetinin son söylemleri, bu seçeneğin dahi gündemde olmadığını gösteriyor. Gazze nüfusunun diğer Arap ülkelerine “ihraç” edilmesi, bölgede yalnızca Yahudilere açık yeni yerleşimler ve tatil alanları kurulması planları, Filistin topraklarının “Filistinlilerden temizlenmiş” ve “insansız” hale getirilmek istendiğini ortaya koyuyor. Çünkü 5 milyona yakın ek Filistinliyi, hatta mültecilerle daha fazlasını, İsrail vatandaşı olarak kabul etmek, “Yahudi devleti” idealini sona erdirecektir. Bu nedenle, Filistinlileri küçültülmüş ve uzlaşmaya zorlanmış bir azınlık haline getirmek “işlevsel” bir çözüm olarak görülmektedir.
Plan oldukça basit, tanıdık bir soykırım projesi; öldürebildiklerini öldürmek, geri kalanları da “barış içinde, insanca yaşama” vaadiyle göçe zorlamak. Bu açıdan bakıldığında, İsrail tarafından defalarca ihlal edilmiş olan kusurlu ateşkesi nihai bir çözüm olarak kabul etmek ancak Gazze’nin ve tüm Batı Şeria’nın gelecekteki Filistin devletinin parçası olacağı kapsamlı bir tartışmanın ilk adımı olacaksa anlamlı olabilir.
Ne yapabiliriz?
Zihnimiz büyük trajedilere odaklanmaya eğilimli olduğu için “küçük” ihlaller ve bireysel şiddet karşısında giderek hissizleşiyoruz. Bundan kurtulmanın yollarından biri ateşkesten sonra da Filistin’den yüz çevirmemek ve çözüm olarak sunulan anlaşmanın takipçisi olmaktır. Uluslararası toplum olarak, ateşkesle yetinmemeliyiz çünkü Filistinliler için barış olarak sunulan şartlar daha önce olduğu gibi bugün de özgürlük getirmeyecek. Nihai hedef, İsraillileri masaya oturtup yaşanabilir bir Filistin devleti kurmak olmalıdır.
Mevcut statüko, İsrail’in Filistinlileri acımasızca denetleyip ezdiği, onları giderek küçülen alanlara hapsettiği ve iyi bir yaşam sürmelerine dair tüm imkanları elinden almaktadır. Bu durum gelecekte iyileşmeyeceği gibi daha fazla şiddet için uygun bir altyapı sunmaktadır. Ancak yine tarihten biliyoruz ki bu süreç her zaman radikal tepkileri, şiddet yoluyla onur ve özneleşme çabalarını da beraberinde getirecektir. İsrail’in de bunun farkında olmaması beklenemez zira bu ortam, bitmek bilmeyen baskı ve kuşatma döngüsünü meşrulaştırmak için tasarlanmış gibidir.
İsrail’in işgali için ortaya koyduğu yöntem ve uygulamalar ne kadar açıksa Filistin halkının özgürlüğü de aynı kararlılıkla savunulmalıdır. Yapılacak görüşmeler yalnızca Gazze ve Filistin yönetiminin elindeki Batı Şeria parçalarıyla sınırlı kalamaz. Asgari uygulanabilir çözüm, Gazze’nin ve tüm Batı Şeria’nın bağımsızlığı üzerine inşa edilmelidir.
[Dr. Jan Byczkowski, doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Akademik çalışmaları Orta Doğu siyaseti, devlet dışı aktörler ve merkezsizleştirme konularına odaklanmaktadır.]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir.