Yaz gelince Antalya’dan kaçıyorum. Serin hava bol gıda güzel. Bir süre sonra durum değişiyor. “Yaylanın çimenine” türküsü de yetmiyor. Sadece okumak, yazmakla da zaman geçmiyor. Zaman zaman sıkılıp insan yüzü arıyorum. Biraz dedikodu, biraz da bitkiler, ağaçlar, hayvanlar derken söz bitiyor. Bana on beş km ötede, Gölhisar ilçesinde benim gibi sıkılanlar, yıllardır parkta toplanıp söyleşi yapıyorlar. Geçen yıllarda birkaç kez katılmıştım. Bu yıl her Perşembe onlara katılmaya, söyleşilerine ortak olmaya başladım. Katılanların çoğu eğitimci. İlk dikkatimi çeken; ezberlerini henüz bozamamış olanların varlığıydı. Kendini güncellemek ne kadar da önemliymiş. Eski davulu çalanlar, önyargıların tutsaklığına gömülenler, hatta yeni söyleşilere katlanamayıp öfkelenenler oldu. Bu ak saçlı gençlere bakınca, ilk gençliğimi anımsadım. Her şeyin en iyisini, en doğrusunu bildiğim günleri. Elbette zamanla aslında hiçbir şey bilmediğimi fark edene dek. Sonra sık sık düşündüm, acemi günlerimde bana nasıl tahammül ettiklerini.
Öte yandan park söyleşilerine katılanlar oldukça nazik, insancıl. Hele onların söylediğine itiraz etmediğin sürece. Eleştiri biraz cıs. Eski hastalıklarımızdan en önemlisi de söz alanın uzatması ve sık sık söz alması. Sanırım dinlemek pek beceremediğimiz bir alan. Kırk yıl önce ne düşünüyorsak, aynısını savunmak ne kadar doğrudur? Ya da bizi ne duruma düşürür fark etmesek de? Ah şu önyargı ne fena bir şey. Bir söz var ya: “Düşman olduklarımız, hikâyesini bilmediklerimizdir,” diye. Oturduğumuz yerden ahkâm kesmek ne kadar doğru acaba?
Geçen yıllarda yazar Hasan ve Leyla Kıyafet de Çavdır’da yazlamışlardı. O zaman ne güzel söyleşiler yapıyorduk. Ara sıra Hasan Abi, “Acıktım bir İstanbul’a gitsem iyi olacak,” derdi. Gerçekten bu anlamda acıkınca koşacağın bir yer olması ne güzel. Ben de acıkınca Antalya’ya geliyorum. Duygudaşlık, düşün dostluğu harika bir şey. Gelir gelmez, hemen dostlarıma koşuyorum. Konuşuyorum, dinliyorum, konuşuyorum, dinliyorum. Bir ohh çekip dönüyorum.
Bazen de dostlarım bana geliyor, o zaman daha da güzel oluyor. Bir insana en ağır ceza anlaşılmadığı yerde yaşatmak. Şaka yapsan küserler, gündemden bihaberler. Yayla güzel, çiçek, böcek, serin ve temiz hava ama acıkınca sıkıntı basıyor insanı. Oysa ben kendimi oyalamayı çok iyi bildiğimi sanırdım. Yalnızlıktan söz açanlara, yalnızlığın lüks olduğunu söylerdim. Evet yalnızlık lüks ama ulaşabileceğin yerde duygudaşın olursa. Sen ne kadar kitap okusan oku, onu paylaşacağın, seni anlayacak biri yoksa, okuduğunu bile unutursun zamanla. İşte böyle bu yazı mektup gibi oldu. Aslında yazmak istediğim konu bu değildi ama bilgisayarın başına oturunca, beni dinlemedi sözcükler. Aldı başını gitti.